Kitabı edinmek için tıklayınız:
Gökçukuru çocukluğumdan, yalnızlık ve yabancılık hissinden fırlayıp gelmiş bir kitap. Galiba insan belli bir yaşa kadar ileri, sonra da geri doğru yaşamaya başlıyor. Geçmişi zihninde daha sık yeniden kurmaya, tanıklıkları üzerinde daha çok düşünmeye başlıyor. Elbette içinde bulunulan anın gücü hiçbir zaman azalmıyor. "Cihan", "Boon Nam" ve "Kleinmann'ın Evi" böyle anların öyküsü.
Öykülerin yazılma süreci pandemi dönemine denk geldi. Üniversite yıllarımdan beri ilk kez bu kadar zamanım olmuştu. Yazdığım öyküleri her zamanki gibi dostlarıma gönderiyor, onların görüşlerini alıyordum. Etrafınızda size doğruyu söyleyen dostlarınız varsa çok şanslısınız. Bu anlamda çok yol gösterici oldu bana arkadaşlarımın eleştirileri. Kendilerine çok teşekkür ederim.
Yayına hazırlanma süreci sorunsuz yürüdü. Elbette bunda yayınevinin profesyonelliği çok önemli. Bu anlamda Can Yayınları ekibine ve editörüm Cem Alpan'a teşekkür ederim.
Melih Dalbudak her aşamada dil ve kurgu yönünden çok değerli katkılarda bulundu. Gün Zileli öyküleri okuyup çok değerli önerilerde bulundu. Eğer onunla karşılaşmasam belki edebiyat maceram bambaşka seyredecekti. Hayatıma dokunan insanlardan biridir. Dorina Harangus estetik anlamda önemli eleştirilerde bulundu. Bülent Doğan, Ahmet Dağdelen, Ceren Gündoğan yine edebiyat maceramda eleştiri, öneri ve çok yönlü destekleriyle çok önemli bir yere sahip dostlarım. Selim Kaya öykülerimi ilk okuyan kişidir ve ilk onun süzgecinden geçer. Kamil Yıldız bu macerada sonsuz birikimi, eleştiri ve önerileriyle hep yanımda olan dostlarımdan biri. Yine bu süreçte cömert desteğini hiç esirgemeyen Gamze Arslan var. Her bir öyküme hiç üşenmeden uzun uzun değerlendirmeler yazan Pembegül Kaya. Sizin heyecanınızı sizinle paylaşacak kadar hissedebilecek bir dost olan Attila Geridönmez. Yine sık sık fikrine danıştığım bir başka dostum Selda Çakmak. Benimle birlikte bütün heyecanları yaşayan kızım Mısra. İsmi şu an aklıma gelmeyen başka dostlar. Her birine sonsuz teşekkürler.
Arka kapaktan:
“… Peki sen aynı insan mısın?” sorusu geçti yıldırım hızıyla aklımdan. Her şeyin bıraktığım gibi kalmasını isteyen ben de o geçmişten neredeyse hiçbir iz taşımıyordum. Ne kafamın içindekilerin ne de üzerimdekilerin o geçmişe ait olduğunu iddia edebilirdim. Bir kök arayışıyla buraya gelip düş kırıklığına uğradığım için başkalarını mı suçluyordum? Benim ruhuma yabancılaşmış o geçmişe başkasını bekçi bırakmaya çalışmamdan öte bir anlamı var mıydı bunun gerçekten?
Geçmişte kalmaya direnen çocukluklar, Avrupa’nın ortasında bir yerde kendini, kimliğini, aidiyetini sorgulayan karakterler; travmalar, yitip gidemeyen anlar ve biriktikçe biriken duygular. Farklı zaman dilimlerine, farklı yaş dönümlerine ait, büyükşehirden taşraya, farklı dünyalarda yaşanan ve bir hayata gölgesini vuran deneyimler…Ramazan Güngör Gökçukuru’ndaki öykülerinde kimi zaman karakterlerini farklı diyarlar ve kültürlerde yaşadıkları yabancılaşmanın kimi zaman da gelip geçen zamanın dolayımında resmediyor. Varoluşumuzda büyük yarılmalar yaratan anları ustalıkla yakalayıp, arka planı asla ihmal etmediği fotoğraf karelerinde kristalleştiriyor.
Kitabı edinmek için tıklayınız:
YALPA:
Kitabı edinmek için tıklayınız:
Yalpa'daki öykülerin tamamı 2017-2019 yılları arasında yazıldı. Almanya'ya taşınmıştım. Hem de İstanbul gibi bir metropolden küçük bir kasabaya! Bilmediğim bir dilin ve kültürün içinde var olmak hiç de kolay olmayacaktı ama bu değişiklik beni konfor alanımdan tamamen çıkarmış, hayata bakışımı derinden etkilemişti.
Sanırım öykü yazmaya başlamamda şiirin benden yavaş yavaş uzaklaşması da etkili oldu. Çünkü şiir edebiyatın en nazlı türü. Canı isteyince size geliyor. Başka bir neden de daha fazla anlatma arzusuydu. Öykü ve roman buna daha uygun biçimlerdi. Yazdığım öyküleri yakın arkadaşlarıma gönderiyor, onların eleştirileriyle kendime yol bulmaya çalışıyordum. Öykü yazmayı (tabii öğrenebildiğim kadarını) bu kitapla birlikte öğrendim, diyebilirim.
Melih Dalbudak öyküleri tek tek okuyup dil ve içeriğe dair önerilerde bulundu. Onun detayları gören gözü benim için hep çok önemli olmuştur. Hatta onun onayından geçmemiş bir öykü bende şüphe yaratır.
Arka kapağın ilk kısmını sevgili dostum Ahmet Dağdelen yazdı. Esas kendisi serseri ruhlu ve isyankârdır.
Yalpa'dakiArka Kapaktan:
Serseri ruhlu, isyankâr, ezber bozucu; vitrinlere değil sokağın tam kalbine yazılan öyküler. İnsanın iç çelişkilerinin, gelgitlerinin, Araf halinin duru ve akıcı bir dille anlatımı. Okuru olayın tanığı olmaktan çıkarıp yaşananların bir parçası haline getiren samimi, sıcak ve çekici kurgular.
Olaylar çok farklı ortamlarda öykülense de temelde aynı soruna temas ediyor: İnsanın yaşadığı ve kıskacından bir türlü kurtulamadığı ikircikli haline. Bu öykülerde aldatan ile aldatılanın kadın olduğu bir bahar gününü de yaşayabilirsiniz; bir dosta ihanetin, kişinin kendine ihanetine son vermesine dönüştüğü heyecan dolu saatleri de.
Hiç umulmadık bir yerde ve anda bir kadın dayanışmasına dönüşebilir kuşaklar arası saygı.
Bir garaja dostları koyabilirsiniz yaşamın kıvrımları boyunca umutları yeşertsinler diye.
Bir otel odasında bir kadını sorgulamak erkekliğin sorgulanmasına dönüşebilir.
Kitabı edinmek için tıklayınız:
Kitabı edinmek için tıklayınız:
Lodos Güncesi ilk gözağrısı. İlk kez elime aldığım an hissettiğim heyecanı unutamam. İki gün hiç azalmaksızın sürdü, bu heyecan. Sanki bütün dünya kitabımın çıkmasını bekliyormuş gibi hissediyordum ama gerçek tabii ki öyle değildi. Kitabın dar çevremin dışına çıkabildiğini pek sanmıyorum. Bu süreçte dostlarımın desteği eşsizdi. Her biri Lodos Güncesi'ne kendi kitabı gibi sarılmış ve etrafına tanıtmıştı. Bu dayanışma duygusu da kitabın kendisi kadar değerliydi.
Gün Zileli olmasa belki Lodos Güncesi hiç çıkmayacaktı. h2o kitap'tan önce, başka bir yayınevinin kapısından, tam yayınlanmak üzereyken geri dönmüştü kitap. İnanılmaz mutsuzdum. Gün Zileli zaman zaman yüzünde beliren o kararlılıkla bana bakıp, "Abi ben bu kitabı yayınlatacağım!" demişti. Doğru anda söylenmiş bir cümlenin gücünü asla küçümsemeyin. Teşekkürler Gün Zileli.
Lodos Güncesi'ndeki şiirler 2007-2015 yılları arasında yazıldı. Öncesinde şiir yazmıyor muydum? Elbette yazıyordum ama çoğu kayboldu bunların. Kalanını da ben beğenmedim. Galiba şairin öğrenmesi gereken ilk şey yazdıklarından vazgeçebilmek.
Bence şiir sözün en güçlü ve büyülü biçimi. Toplum bu günlerde her ne kadar şiire pek yüz vermese de onun daha güçlü bir biçimde geri döneceğine inanıyorum. Çünkü şiir olmasa hayat yolculuğumda kendimi çok yanlız hisserdim. Hatta mutsuzluktan ölebilirdim.
Arka Kapaktan:
Ramazan Güngör'ün mısraları; savunmasız insanın içe kapanışı, çekip gitmek arzusuyla çırpınıp gidemeyen yolcu, gözaltındaki ölü, kanatsız albatrostur...
Can yelekleri korkudan yapılmış, lodos rüzgârıyla çalkalanan bir denize açılmaya hazır, güverteleri yanan bir gemidir...
Sayısız öykünün bağlandığı bir kıyı iskelesi, güçlü bir yaşam felsefesinin demirlediği bir limandır.
Ve sonunda fırtınalı denize yolculuk başlar...
Gün Zileli
(...)
sonra başları yeni okşanmış birkaç çocuk geçti
kahkahalarını döke saça
ne dizlerinde ne ruhlarında bir yama
bir çizgi kat etti gövdemi baştan başa
çocukluğumdan damıtılmış bir kurşun
bütün zamanların kanını akıtıp
saplandı sabahımın ıssızlığına
(...)
Kitabı edinmek için tıklayınız:
Ev (Derleme)
2018 yılında, Gazeteci Yazar Ümit Kaftancıoğlu adına, Yalın Ses Yayınları tarafından 14.sü düzenlenen öykü yarışmasında dereceye giren ilk on öykünün derlemesinden oluşan bir anı kitap. İçinde, sonradan "Yalpa"ya da koyduğum ve bahsi geçen yarışmada mansiyon ödülü alan "Misafir" isimli öyküm yer almaktadır. Yarışmanın anısı olarak sınırlı sayıda basılan kitap piyasaya çıkmadı.
Dünyanın en güzel kalpli insanlarından biri olan sevgili dostum Emren Meroğlu sayesinde haberdar olup bu yarışmaya katılmıştım. Çok fazla beklentim yoktu ama mansiyon aldığımı duyunca mutlu olmuştum. Edebiyat alanında aldığım ilk ve tek ödüldür. Almanya'da olduğum için ödülü almaya, benim yerime sevgili kız kardeşim Habibe Güngör ve arkadaşı Mehmet Ceyhan gitmişti.
Yorumlar
Yorum Gönder