Sıla Gürsoy'la Söyleşi




Sıla Gürsoy'la Kadıköy'de buluşup konuştuk. Sıla, Marmara Üniversitesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği okuyor. İkinci Sınıfta. Işıltılı gözlere sahip oldukça zeki bir genç. Çok keyifli bir söyleşi oldu. 


- Hakkınızda bildiklerimiz biyografiniz ile sınırlı. Ve biyografi demek dışardan, yüzeysel, bir bakış demek ya aslında. Siz kendinizi nasıl tanımlamak istersiniz? Nelerden hoşlanırsınız mesela?

- Hoşlandığım şeyler dönemsel olarak değişir. Ama şu an biraz yalnız kalmaktan ve evde olmaktan hoşlanıyorum. Onun dışında kitapları, filmleri ve arkadaşlarımla vakit geçirmeyi seviyorum. Zaten yalnız kalmak bir tercih olduğu zaman güzel, yoksa ona maruz kalmak yorucu. Etrafınızda insanlar varken yalnızlık güzel bir şey… Geçmişten gelen bir seyahat tutkum vardı. Seyahat ederek onun ne kadar sınırlı olduğunu gördüm. Bir durumda " Aaa! Ben seyahat insanı değilmişim." dedim. Gittiğin yeri koşa koşa geçmek değil de orayı hissetmek ve orada var olmak gerekiyor. Bu hiç kolay bir şey değil.

- Gezdiğiniz yerleri gezi yazısı şeklinde okura sunmayı düşünmez misiniz? Bu sayede göstermiş de olursunuz.

- Gezi yazıları ve anılar önemli kişiler tarafından yazılmalı diye düşünüyorum. Ben o kadar önemli biri olduğumu düşünmüyorum. Kendimi bu şekilde görmüyorum.

- Edebiyat hayatınızın neresindeydi? Yazma süreci sizin için nasıl başladı?

- Şiirle başladım yazmaya. İlk şiirlerimi 6.sınıfa giderken yazdım. Şiir daha özgür bir alan. Kendini daha iyi ifade edebildiğin bir alan. Oturup ben öykü yazacağım diyebilirsiniz ama oturup ben şiir yazacağım diyemezsiniz. Edebiyat hayatımda hep vardı. Giderek seyrelmekle beraber şiir de hep vardı. En bunaldığım anda sarıldığım el şiirdi. Okumaya son zamanlarda pek vakit ayıramasam da fazlasıyla keyif aldığım bir eylem. Çocukken çok okurdum. Muhafazakâr bir aileden geliyorum. Oruç tutardım çocukken. Ve o açlık duygusunu bilirsiniz ya. İşte benim onu unutabildiğim, hatta geri kalan her şeyi unutabildiğim tek zaman geçirme biçimi okumaktı.

- Çocukluğunuz Ordu’da geçti. Bir dönem Stuttgart’da yaşadınız. Şu an Kadıköy’de yaşıyorsunuz. Bu yerler sizin öykülerinizin/şiirlerinizin neresinde?

- Mekân insanın ruhunu etkileyen yaşamın çok önemli bir unsuru. Uzun süre bir yerde yaşarsınız, bir çevre edinirsiniz ve edindiğiniz çevre sizi geliştirir. Girdiğiniz çevredeki insanlar kadar gelişirsiniz aslında. Buraya kadar her şey normaldir. Ama bir noktadan sonra o çevre sizi geliştirmemeye başlar ve uzaklaşmanız gerekir. Kendinize iyi gelebilmek adına. Benim için tam olarak böyleydi. Stuttgart’a gittiğim zaman hayatımın çok iyi olduğu bir zamandı. Yine de rahatımı bozdum ve gittim. Gittiğimde şehirde değil bir kasabada yaşadım. Her şeye çok uzaktım. Çok kısıtlı bir alandı. İnsan gittiği yerde insan arıyor. Almanya’ya gittiğimde İngilizce biliyordum. Çevremde konuşabileceğim, dil bilen, insanlar vardı. İletişim kurabilirdim. Ama mesele aynı dili konuşabilmek değilmiş. Konuşabilmek dilin aynılığından çok öte bir şeymiş. Ruhların karşılaşabilmesi ile ilgili bir meseleymiş. Ruhunuzun dilinin benzer olması gerekiyormuş. Benim için öyle biri yoktu. Yalpa ve Gökçukuru orada çıktı mesela. Konuşacak, kendini anlatacak birini bulamayınca yazıyor insan kendini anlatabilmek için. Yazılarımda her zaman çok açık olmasa da örtülü bir şekilde bu yerler hep var.

- Öyküleriniz ve şiirleriniz var. Çeviriler yapıyorsunuz aynı zamanda. Peki, roman yazmayı düşündünüz mü ya da düşünüyor musunuz?

- Dediğim gibi aslında edebiyata şiir yazarak başladım. Lodos Güncesi’ndeki şiirlerim dışında da şiirlerim var. Ama kimse şiir basmak istemiyor maalesef. Öykü ve roman basmak daha çok tercih ediliyor. Bu yüzden öykülerimi bastırıyorum. Üçüncü öykü kitabım da bitti. Beklemede şu an. Ve şiir yazmak bence genç olmayı gerektiriyor. Baktığınız zaman birçok şairin en iyi şiirlerini genç yaşta yazdıklarını görürsünüz. Şiir böyle bir şey ve ben artık yaşlanıyorum. Öykü ve roman yazmak daha ilerleyen yaşlarda yapılabilir geliyor. Benim için roman zamanı geldi diyebiliriz. Şu an yazıyorum aslında bir tane. Sadece, vakit problemi var. Roman her gün düzenli yazmayı gerektiriyor. Bunu yapabilen biri değilim, zorlanıyorum. Ben yazarken kendini çok sorgulayan biriyim. Böyle bir problem de var.

- Kitaplarınızın kapak tasarımlarıyla ilgileniyor musunuz? Gökçukuru’nun kapağı öyküyü okuyunca çok anlamlı bir hâle geliyor. Başarılı bir tasarım olmuş. Sizin payınız var mı?

- Kapak tasarımlarıyla ben ilgilenmiyorum. Grafik tasarımcı ilgileniyor. Ama düşününce Gökçukuru’nun kapağı gerçekten uygun olmuş denilebilir. Zaten gördüğümde de içime sinen bir kapaktı. Dikkat çekici ve öykülerle örtüşüyor olması beni mutlu etti.

- Şiir hayatınızın neresinde? Kendinizi şiir insanı ya da öykü insanı diye tanımlayacak olsanız ne dersiniz? Hangi türü yazmak size daha çok zevk veriyor?

- Çok küçük yaşta şiir yazmaya başladım. Şiiri hep çok sevdim. Kendimi en iyi anlatabildiğim tür olarak da hep şiiri gördüm. Diğer türler benim için hep daha geri plandaydı. Zaten öykü yazmaya da küçük küçük diyaloglar yazarak başladım. Hep diyalog yazıp biriktiriyordum. Sonra ‘‘Neden öykü olmasın?’’ dedim. Ve öykü yazmaya başladım. Kendimi iki şekilde de tanımlamıyorum. Okura bırakıyorum. Şiir yazmak için gereken gençlik libidosunu kaybettiğimi düşünüyorum. Hayattan bu kadar keyif almıyorum galiba artık. Yeterince genç değilim.

- Yazma süreciniz nasıl ilerler?

- Düzenli yazan bir insan değilim. Bir günüm bir günümü tutmaz. Bir gün oturup sayfalarca yazarım sonra aylarca hiçbir şey yazmam. Hiçbir zaman da düzenli yazma çabam olmadı. Böyle yazan insanlar da var tabii. Zaten mutlaka üretmek gibi bir çabam da yok. Ben yazmak istediğim için yazıyorum. Bana iyi geldiği için yazıyorum. Bence yazmak tam olarak böyle bir şey.

- "Lodos Güncesi" 2015’te, "Yalpa" 2019’da, "Gökçukuru" da 2021’de yayımlandı. Önümüzdeki dönem için çalışmalarınız var mı? Yakın zamanda sizi görecek miyiz?

- Şiir kitabım gençliğimde yazdığım şiirlerin toplanıp basılmasıyla ortaya çıktı. Diğer iki kitabımsa Almanya’da sakin kasaba yaşamımda yazıldı. Hatta Gökçukuru karantinada oturup düşünmenin sonucuydu. Karantinada kendimi çok sorguladım. Çok fazla çocukluğuma gittim. Zaten yazma sürecinin çocukluktan geldiğini düşünürüm. Çocukluk inanılmaz bir hazine. Yaz yaz bitmez. Şimdi yine hazırda beklettiğim bir öykü kitabım var. Herhangi bir yayıncıyla anlaşabilirsem yakın zamanda çıkar. Çünkü dediğim gibi hazır zaten. Onun dışında roman yazmayı düşündüğüm bir aşamadayım. Sadece roman daha bağlılık isteyen bir tür. Deniyorum. Elimde birkaç şey var yazmayı düşündüğüm. İlerleyen zamanlarda umarım romanla da görürsünüz beni.

- Neler okumaktan hoşlanırsınız? Ya da kimleri okumaktan hoşlanırsınız?

- Okuma alışkanlıklarım çok belirsiz. Genelde üç dört kitap beraber okuyorum. Bir kurgu okurum mutlaka. Bazen sosyal bilim okurum. Bu tarih olabilir, felsefe olabilir... Şiir hep bir tarafta var zaten. Marcel Proust okurum yabancı edebiyatta. Benim tanrım o diyebilirim. Türk edebiyatında ise Gamze Aslan okurum. Dili kullanması bakımından Tahsin Yücel’i beğenirim. Latife Tekin’i severim. Bilge Karasu okurum. Çok özel bir tarzı olduğunu düşünürüm. Çok özel bir algılama biçimi var. Ve karşılığını görmediğini düşünürüm.

- Bana vakit ayırıp sizinle böyle hoş bir sohbet etme fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Tekrar görüşmek üzere…

- Ben teşekkür ederim bu keyifli sohbetiniz için. Yolunuz açık olsun. Umarım sizi iyi yerlerde görebiliriz. Tekrar görüşmek üzere…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gün Zileli'yle Söyleşi

Kültürlerarası Bir Proje/Ein Transkulturel Projekt