Sözcü Kitap'tan Yiğit Uysal'la söyleşi. Kısa ve görece kolay sorular sordu Yiğit Uysal. Başlıklar ve boşluklar dahil toplam 3000 vuruşluk bir alan olduğu söylendi. O yüzden soruların yanıtları biraz yüzeysel kaldı. Başlıkların benim ifadelerimi tam yansıttığını maalesef söyleyemeyeceğim. Örneğin, "En iyi öğrenme yöntemi sürekli yazmak ve okumak" gibi bir başlık atıldı. Oysa ben bunu "yazmayı öğrenmenin en iyi yöntemi" bağlamında söylemiştim. Sonuçta derginin editörlerinin tercihi başka yönde olmuş. Yapabileceğim bir şey yok. Söyleşi için Yiğit Uysal'a teşekkür ediyorum.
Söyleşi Metni:
Yiğit Uysal: Gökçukuru oldukça ilgi çekici bir kitap adı. İlk öyküdeki anne karakterinin gökyüzünün mutfak penceresinden görünen kısmına koyduğu isim aslında. Kitaba isim verme süreci nasıl gelişti? Sizi zorlayan bir süreç miydi?
Ramazan Güngör: Kitapların adı genellikle yazma
aşamasındayken zihnimde beliriyor. “Lodos Güncesi” de böyle oldu, “Yalpa” da.
Hatta şu an üzerinde çalıştığım ve henüz tamamlanmamış şiir kitabımın adı da belli.
“Gökçukuru” adı öykülerden biri üzerine çalışırken aklıma düştü. Benim bireysel
tarihimde taşıdığı anlam yükü ve insanın hayal gücünü harekete geçiren yanı
işimi kolaylaştırdı.
Y.U. Öykülerinizde hem farklı coğrafya ve kültürlerde
öteki olma haline tanık oluyor hem de aynı kültür dünyası ve coğrafyadaki
“öteki” olma haline tanık oluyoruz. Öyle değil mi?
R.G. Öykülerin çoğunda bir “ötekilik” hissi
olduğu doğru bir tespit ama “Otobüsü Kaçırınca”, “Düğünden Dönerken” ve hatta
bir ölçüde “Çocukluk Arkadaşı” bunun dışında tutulabilir. Belki birey olmanın
böyle bir yanı var. Çünkü “ben” aileden, toplumdan, her türlü topluluktan
kendini ayırmadan, yani “öteki” olmadan bireye dönüşemez. Bu arzu edilen bir
“öteki” olma hâlidir ama bu “ötekilik” size dıştan dayatılırsa son derece
incitici ve baş edilmesi zor bir his. “Gökçukuru”nda karakterlerin yaşadığı
ikinci duruma daha yakın.
Y. U. Öykülerin ana teması bir şekilde “ait olamama”
diyebilir miyiz?
R.G. “Ölümlü” bir varlık olarak “aidiyet” arayışımız
bana hep ilginç gelmiştir. Hayatımızdan gelip geçen insanlara dönüp
baktığımızda sürekli bir değişim görürüz. İnsanlar hayatımızda bir biçimde var
olmaya devam etse de ilişkinin biçimi, yakınlık seviyesi değişip durur. Örneğin
annenizle, kendi çocuğunuzla ve sevgilinizle kurduğunuz bağ düne göre farklıdır
ve yarın da farklı olacaktır. Bunca süreksizliğin içinde insan nasıl aitlik
hissedebilir ki? Öte yandan bu duygudan kurtulmak da mümkün değil. Kendimizi
hep daha büyük bir şeyin parçası olarak görme eğilimimiz var. Takım tutmaktan
dinsel inançlara, arkadaş ilişkilerinden politik hareketlere kadar hepsinde
asıl aradığımız belki de bu duygu.
Y.U. Şiir kitabınız da var. Sizce Türkiye’de, hatta
belki dünyada, şiir hep bir üvey evlat olarak görülüyor mu?
R.G. Toplumun üzerindeki etkisi bakımından
şiirin eski gücünde olmadığı açık ama bu, kapsamlı bir tartışma konusu. Bundan
yakınmak yerine çıkış yolu aramalıyız. Yaratıcılık alanlarının zaman zaman
krize girmesi olağan. Aynı krizi fotoğraf, sinema ve tiyatro da yaşadı ve
yaşayacak. Ama en temel nitelikleri olan yaratıcılık sayesinde bunun üstesinden
geleceklerini düşünüyorum.
Y.U. Üç kitabı yayımlanmış genç bir yazar olarak
yazar adaylarına ne tavsiye edersiniz?
R. G. Okumak ve yazmak bence aynı eylemin iki yüzü.
Önce iyi bir okur olmak gerektiğini düşünüyorum. Yazmanın kesinlikle öğrenilebilir
bir yanı var ve en iyi öğrenme yöntemi de sürekli yazmak ve yazan başka
insanları okumak. Yazdıklarını mutlaka paylaşmalarını öneririm. Paylaşmak size
daha fazla yazma cesareti ve hevesi verecektir.
Sözcü Kitap
21 Mayıs 2021
Yorumlar
Yorum Gönder