Aynur Kulak'la Söyleşi
Kitap Eki'nden Aynur Kulak'la "Gökçukuru" üzerine söyleştik. Söyleşilerin en iyi yanı, yazdığınız metin üzerinde sizi yeniden düşündürmesi. Aynur Kulak'ın bazı sorularının gerçekten de böyle bir etkisi oldu. Mesela öyküleri okurken tek bir karakterin hayatının farklı evrelerini okur gibi hissetmesi ilginçti. Bu, benim hiç öngörmediğim bir düşünceydi. Benzer temalar etrafında biçimlenen öykülerde bile karakterlerin net çizgilerle birbirinde ayrıldığını düşünüyordum. Öyküler arasında kurduğu bağlantılar, karakterlerin birbirleriyle ilişkileri üzerine yaptığı yorumlar da kimi zaman şaşırtıcıydı. Beni kendi metnimi farklı bir gözle okumaya zorladı. Bundan da son derece memnunum.
Söyleşi için kendisine teşekkür ediyorum.
Söyleşiden Bir Bölüm:
Gökçukuru ile ilgili detay sorular da soracağım fakat ilk olarak Gökçukuru nasıl doğdu, Gökçukuru’na kadar süren yolculuğunuz nasıl gerçekleşti de bizler Gökçukuru kitabını nihayetinde okumaya başladık. Mesela daha da spesifikleştirirsek, bir önceki öykü kitabınız Yalpa’dan Gökçukuna oluşan süreç nasıl bir yolculuğu kapsadı?
Aslında “Lodos Güncesi”nden söz etmek gerek önce. Çünkü her şey şiirle başladı. Şiirin insanı terbiye eden bir yanı var. Elbette bunu bütün yazın türleri bir ölçüde yapar ama şiirde daha yoğun. Şiir gevezelikten hiç hoşlanmaz örneğin. Titizlik, samimiyet ister ama biçim ve öz yoksunu bir samimiyetin aşırı yakınlığından da hiç hoşlanmaz. Öte yandan en kaprisli edebi türdür. Sizin onu istemeniz yetmez, onun de sizi istemesi gerek. Belki öyküye geçişimin esas nedeni de biraz burada yatıyor: şiirin beni eskisi kadar istemediğini hissetmek.
Yorumlar
Yorum Gönder